Airporthaber sitemizde yayınlanan bir haberden yola çıkarak geçen haftaki yazımızda THY de torpil ve adam kayırmacılık konusunu hem etik dışılık yönünden irdelemiş ve hem de ötekileştirilenlerin aktif ve pasif iş birliklerine ilişkin bazı tespit ve değerlendirmeler yapmıştık. Bu hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bahse konu haberde, eşinin başkan olduğu Uçuş Eğitim Başkanlığı’na, Müge Bekman’ın açıktan müdür olarak atanmış olmasını etik dışı bulan ve kıyasıya eleştiren yorumlara karşı Tosiii” rumuzlu bir yorumda, “yazılanların tamamının yanlış olduğunun belirtilerek, itibar suikastı yapıldığının” ifade edilmesine cevap veren başka bir yorum dikkatimi çektiği için aşağıya alıntılıyorum. Çünkü, yazdıklarımı bir yönüyle somutlaştırmış olması yönünden bu yorumu değerli buldum.
Bırak bu işleri mügecim, madem itibar suikastı var aç davayı görelim. Kanın biraz da hakkı yenenler için çekilsin, pazar mesaisini, pandemide kesilen paraları alamayan, ellerinde Yargıtay'ın onadığı karar olmasına rağmen emekli kartlarını ve pas biletlerini alamayan, senin gibi torpili olmadığından kalifiye personel olmalarına rağmen uzman bile olamayanlar için mesela...
Yukarıda alıntıladığım yorumu yazan kişi muhtemelen “Tosiii” rumuzlu okuyucunun Müge Bekman olduğunu varsayarak yazmıştı bu yorumu. Biz elbette, bu yorumu kimin yazdığını bilmiyoruz. Zaten benim de bu yorumu değerlendirmeye almamın sebebi, bu varsayıma göre Müge Bekman’ı hedef tahtasına koyup, yargılamak değil.
O geldiği noktada bir yolunu bulup, yandaş kadrosuna dahil olmuş biri ve bu yönüyle kendisini çok net ifade ediyor zaten. İş (THY) hayatı yolculuğunda sergilediği tutarsızlık dikkat çektiği için, Müge Bekman atamasını, emsal örnek olarak aldık ve geçen haftaki yazımızda yeterince analiz ettik. Ama benim bu vesileyle sorgulamak istediğim başka hususlar da var.
Mesela, yukarıdaki yorumda sayılan mağduriyet konularında, ötekileştirilen personelin haklarını aramaları ve talep etmeleri konusunda ne denli tutarlı, ısrarlı, cesur ve birlik olup olmadıklarını, tam bu bağlamda sorgulamak ve takdirlerinize sunmak istiyorum.
Bu açıdan dikkatle irdelediğimizde, yorum içeriğinde 4 maddede özetlenen çok önemli 4 mağduriyet konusu gördüm ben. Mağdur olanlar başlangıçtan bugüne, haklarını savunma adına, bu 4 hususta ne yaptılar? Ya da yapamadılar? Kısaca bir gözden geçirelim.
Pazar mesaisini önceki hafta yeterince irdelemiştik. Binlerce mağdur uçuş personelinin bu hakkına sahip çıkamamış olduğunu belirlemiş; davayı bozguna sürükleyen Hava İş sendikasının mevcut yönetim kadrosundan hesap soramadıklarını o yazımızda tespit edip, değerlendirmiştik.
Yazıya gelen, “Siz onların haklarını korumak için araştırıp yazmışsınız, onlar bu yazıyı okumaya, yorum yapmaya bile üşeniyorlar.” mealindeki yorum da bu tespiti çarpıcı bir şekilde özetliyordu zaten. Bunu geçelim.
Pandemide parası kesilenler, ancak işten atıldıkça bu haklarını dava konusu yapabiliyorlar. Çalışırken bunu yapamadılar. Çünkü, THY’nin mevcut yönetimi personele yayınladığı duyuruyla, “ya herro ya merro” demiş; maaşından kesinti yapılmasını kabul etmeyenleri işten atmakla tehdit etmişti! Sendika, o dönemde, “sen benim üyelerimi nasıl işten atmakla tehdit edersin?” diyememişti. Bunu da geçelim.
Terfide adaletsizlik konusu ise adeta “öğrenilmiş çaresizlik” gibi. Geldikleri günden itibaren, büyük bir kıyım başlattılar ve bütün ünvanlı “öteki personeli” süratle infaz ettiler. Karanlık mahfillerde, kendi aralarında, “Bundan böyle torpili olmayana, adamı olmayana, daha doğrusu bizden olmayana terfi yok. Biz bu günler için seksen yıl bekledik. Bu şirketin kaymağını artık biz yiyeceğiz” Dediler.
Belli ki; Müge Bekman, bu mesajı kendine göre doğru almış ve anlamış olanlardan biri. Ben bu esnekliğinden dolayı hiçbir Müge Bekman’ı tebrik etmiyorum. Etmeyeceğim.
Peki, sendikanın bu konuda da bir görüşü, itirazı, karşı duruşu, üyeleri adına vermiş olduğu mücadelesi olduğunu gören, duyan var mı? Hadi bunu da geçelim.
Bence yukarıda listelenen mağduriyet konularında en yaygın ve en önemlisi, tam 21 yıldır, verimsizlik vb. iftiralarla ötekileştirilmiş ve işten atılmış binlerce personelin, mahkemelerin verdiği kesinleşmiş kararlara rağmen, bırakın işe iade edilmemiş olmalarını, emekli kimlik kartları ile pass bilet haklarının bile verilmemiş olmasıdır diye düşünüyorum.
Bu konuda verilen mücadeleyi burada tekrar anlatmak değil niyetim. Ben son 21 yıldaki THY yönetimlerinin binlerce emektar çalışanına bu kötülüğü yapabilmiş olduğu ve halen bunda pervasızca ısrar edebildiği gerçeğini, bu vesileyle bir kez daha dikkatinize sunarak; “Bunu nasıl bu kadar kolay başarabildiler?” Sorusunu, mağdur olanların kendi kendilerine sormalarını istiyorum.
Yazar ve aynı zamanda bir mağdur olarak, benim bu soruya verdiğim çok net bir cevabım var: Yapılan şantaja boyun eğdiler! Evet, zulmün başlangıç noktası bu. Zalimler, Yönetmeliğe ekledikleri maksatlı bir cümleyle, personelin pass bilet haklarını şantaj vesilesi olarak kullandılar. “Ya paşa paşa istifa dilekçesi verir, gidersiniz ya da biz sizi bir bahaneyle işten atar, emekli kimlik kartlarınızı ve pass bilet haklarınızı vermeyiz.” dediler.
Maalesef bu vahim süreçte, önemli bir çoğunluk bu şantaja boyun eğdi. İtiraz edenler ise “parayı tercih edenler” olarak yaftalandılar! Yani bu rezil “tazminat mı-bilet mi?” şantajı, boyun eğenler nezdinde, bu yönüyle haklılık buldu! Ya da vicdanlarını bu şekilde rahatlattılar diyelim.
Geldiğimiz noktada, ben bu şantaja boyun eğenlere sormak istiyorum; THY gibi emeklilikte bilet vb. imkânı olmayan bir yerde çalışsaydınız, hangi şantaja boyun eğecektiniz?
Duyduğum kadarıyla şantaja boyun eğerek pass bilet ve emekli kimlik kartı elde edenler, uçağa kabuldeki öncelik sıralamasında zurnanın son deliği konumunda olmalarına artık tahammül edemiyorlarmış. Zira, ellerindeki biletlerle kolay kolay uçamıyorlarmış! “Pass Bilet Mağdurları” oldukları iddiasıyla grup kurup; Bay Bolat’tan kendilerini bir sıra öne almasını istirham etmişler.
Hak mücadeleleri bile ne kadar konforlu, değil mi? İstirham ederek, zalimden lütuf dilenerek, zulümde uzlaşmaya çalışarak, hak aramak! Uçağa kabul sıralamasında, bir kademe öne geçince sorun çözülecek, sanki.
Bu arkadaşlar, pass bilet hakları gasp edilen ve emekli kimlik kartları verilmemiş olan binlerce mesai arkadaşlarına destek olma adına bu güne kadar ne düşündüler, ne yaptılar, hangi çabaya destek verdiler acaba? Bence mağdur olmak, gururlu olmaya engel değil. Diklenmeden dik durmak bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum.
Diğer yandan, sendikanın mevcut yönetim kadrosu ve sendikacılık anlayışının yaşanan bu büyük tasfiye konusunda en küçük bir eleştiri yaptığını, aidatlarını afiyetle harcadığı üyelerinin haklarını korumak için tek bir eylem yaptığını gören, duyan var mı?
Her şey bir yana, ötekileştirilen personel sendikasını kaybetti. Yani örgütlü gücünü kaybetti. Kaybetmek iyi bir şey değil elbette. Ama daha kötüsü, ürkerek, vaz geçerek, ortalıktan çekilerek kaybetmektir. Bence ötekileştirilen personel büyük oranda bunu yaptı.
THY de durum böyleyken, ülkedeki durum farklı mı?
Bekmanlar yazısının ilk bölümünü yazdığım hafta bir torpil olayı da ulusal haberlere konu oldu. Ülke gündemine düşen “torpilin belgesi” başlıklı bu habere, beklendiği üzere erişim yasağı da getirildi!
Cep telefonuna gelen ve farkında olmadan kameralara yakalanan torpil taleplerinin, gereği için Adalet Bakan Yardımcısı Ramazan Can tarafından özel kalemine havale edilmiş olması bir yana, kendisine ne düşündüğü sorulan iktidar milletvekili Ömer Çelik’in bu konudaki açıklaması tam ibretlikti!
Açıklamasında, “Biz siyasetçiyiz hepimizin elinde böyle listeler var. Demokrasinin iletişim kanallarından bize özgü olanlarından bir tanesi" diyerek yaptığı savunma ve bu savunmayı yaparken takındığı yüz ifadesi, ülkemizde torpil ve adam kayırmanın, iktidar mahfillerinde anormal bir şekilde normalleştiğinin bir göstergesiydi adeta.
Ben bu açıklamadaki umursamazlığın ve yandaşı kayırmaya gerekçe uydurma çabasının, toplumun geneline hâkim olan ilkesizlik ve duyarsızlıktan ve hatta korku ikliminden cesaret bulduğunu düşünüyorum. En basit tabiriyle eskiden böyle bir ayıpla yakalanan bürokrat, büyük ihtimalle görevden alınır, partisi de bu suçüstü durumunu alenen savunamazdı.
Basit vatandaşından en üst düzey bürokratına ve siyasetçisine kadar torpil ve adam kayırmayı kendi mahallesi açısından normalleştiren, utanma duygusunu yitirmiş bu pervasızlık, bir yönüyle toplumdaki topyekûn bozulma ve çürümeye işaret ederken; diğer yönüyle, bundan dolayı hakkı yenen ve mağdur olduğu halde bu gidişatı seyretmek ve umarsızca kendi mahallesinde yakınmaktan başka bir şey yapamayanların çaresizliğini de ortaya koyuyordu aslında.
Meramımı çok iyi anlatan iki sosyal medya paylaşımı ile yazımı noktalamak istiyorum.
Prof. Dr. Acar Baltaş yukarıda bahsettiğim çürümeyi, bireysel ahlaki planda şöyle ifade ediyor:
Bireylerin problemleri ele alışlarında 3 faktör etkilidir: 1- Kişilik, 2- Değerler, 3- İhtiyaçlar. Kişilik arızası olan, değerleri yozlaşmış ve çıkarcı biri olayları ahlaki çerçeveden ele alamaz.
Prof. Dr. Sinan Canan ise bu yazıda anlatmak istediğim korkaklığı ve çaresizliği, aşağıda linkini verdiğim AçıkBeyin youtube sitesinde, cesaret-esaret ekseninde oldukça etkileyici bir şekilde anlatmış. Yazıyı okumayı bitirdikten sonra videoyu sonuna kadar izlemenizi tavsiye ederim.
https://youtu.be/-mZ6OsB8_FM?si=xyRAI1rUXp90gA_1
Son Söz:
Baştan söylediğimi tekrar vurgulamam gerekirse, ülkemizdeki gelmiş geçmiş en büyük kötülük koalisyonunun hüküm sürdüğü son 21 yılda, iş bulmak, makam ve mevki elde etmek için mevcut siyasi iktidara biat edenler, sesini çıkarmadan itaat edenler, hatta Müge Bekman gibi iş birliği yapanlar (ve bence en kötüsü) bunları yapamayıp; “aman! bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışıyla çevresinde olup biten her türlü haksızlığı, hukuksuzluğu görmezden gelip, kayıtsız kalanlar: artık bırakın etik-metik diye boş boş yakınmayı, söylenmeyi. En iyisi siz, kurtarıcı beklemeye devam edin. “Godo’yu bekler” gibi.
Ben bu iki bölümlük yazıda sadece THY’yi anlattım. Siz alın bu örneği, ülkenin bütün kurum, kuruluş ve şirketlerine bakıp; geldiğimiz vahim duruma ayna tutun ve içine yuvarlandığımız bu karanlık çukurdan, hiç değilse çocuklarımızın geleceği için nasıl çıkacağımızı düşünün.
Selam olsun bu bozuk düzende dahi kendisini bozmadan, ayakta dimdik durabilenlere; ilkelerinden, inançlarından ve etik değerlerinden her ne pahasına olursa olsun ödün vermeyenlere.
Yorumlar Tüm Yorumlar (88)